Dil ve toplumsal cinsiyet alanında yapılan en son çalışmalar dilin insanlar arasında iletişim kurmayı ve/ya düşüncelerini aktarmayı sağlayan basit bir ortak işaretler sistemi değil, aksine, kadınların yaşam alanlarını sınırlamada ve onların itaatkâr bir hayat sürmelerini sağlamada etkin ve baskın bir rol oynayan önemli bir araç olduğunu kanıtlamıştır. Aslında dil, erkek egemen ideolojilerin inşasını sağlayan ve eril kurallar bağlamında kadınları ‘seçimsiz’ durumlar içine hapseden erkek egemen bir yapıdır. Ancak kadınların kendilerini erkek egemen söylem ve dili tarafından oluştulmuş bu tanımlardan kurtarma; itaatkâr ve ikincil konumlarını değiştirme zamanı gelmiştir. Bu bilgiler doğrultusunda ve post-yapısalcı feminizm kuramlarını temel alarak, bu çalışma, ataerkil ideolojiler ve söylemlerce oluşturulmuş toplumsal cinsiyet normlarının ve rollerinin kadınlarca nasıl yıkalabileceğinin ve yeniden nasıl yaratılabileceğinin olasılıklarını göstermeyi amaçlamaktadır.
Recent studies on language and gender have proved that language is not simply a system of words or signs shared by a group of people to establish communication and convey messages, but rather it plays an active and dominant role in creating a subjugated and subservient life for women. In fact, it is the man-made language that constructs the patriarchal ideologies imprisoning women into the ‘no-choice choice’ situations, where women are judged against a masculine standard. However, it is high time women stopped defining themselves in accordance with the appropriate behavior and language created by men and changed their submissive and secondary position. Considering those issues and basing its argument on post-structuralist feminist theories, this study aims to manifest the alternative ways for women to subvert and de(con)struct the patriarchally constructed gender norms and roles.