Bu makale hiperrealist heykelin gerçeklik karşısında kopya ve temsili ilişkilerini araştırarak, hiperrealist heykelin yeni bir biçimi olan hümanoid (insanımsı) robotların sanat üzerine etkilerini yorumluyor. Çağdaş sanatın manzarasında hiperrealist heykel doğa gerçekliğini taklit etme arayışının bir göstergesi olarak ortaya çıkıyor. Temsile bağlılığıyla detaycı bu sanat formu büyüleyici heykellerin elle tutulur gerçekliğine ışık tutuyor. Hiperreal heykel gerçekle taklit arasında bir ikilem yaratsa da tanıdık olanla tanıdık olmayanı birbirine yaklaştırıyor. Geleneksel figür anlayışının ötesinde, hiperrealist heykel yüksek çözünürlüklü renkli fotoğraflar gibi canlı kopya figürlerle heykelde yeni bir dönemi başlattı. Hiperreal heykel, mimetik (taklit, kopya ya da yansıtma) sanat tarzıyla gerçek ve gerçek olmayan arasında algımızı bulanıklaştırmakla kalmadı, tekinsiz bir durum da yarattı. 1960’ların sonlarına doğru Amerikalı (ABD) heykel sanatçısı Duane Hansen doğrudan modelleri üzerinden kalıplar alarak birebir ölçekte ilk hiperreal heykellerini yaptı. Hansen’ı vatandaşı John De Andrea takip etti. De Andrea eski klasik sanata öykünen pozlarda yaptığı hiperreal figürleriyle hem kopyalama tekniğini hem de yorum farkını gösterdi. Amerikalı sanatçıların ardından hiperreal heykel’e Avustralyalı sanatçılar öncülük etmeye başladı. Ron Mueck doğrudan kalıplama yöntemi yerine geleneksel modelleme yöntemini kullandı. Farklı oranlarda yaptığı aşırı gerçekçi figürleriyle insan gerçekliğini tekrardan sorgulattı. Mueck’in açtığı yoldan Sam Jinks duygusal kompozisyonları yanında, Eski Mısır ve Yunan sanatında görülen tarzda, ilk hibrit figürleriyle yeni bir tarza öncülük etti. Ayrıca Jinks kendine özgü geliştirdiği kopyalama teknikleriyle insan biçimli robotik çalışmalara da katıldı. Patricia Piccinini Tanıdık olanla, tanıdık olmayan transfigürasyonlarıyla tekinsizlik dozunu artırdı. Hiperreal heykele paralel gelişmelere öncülük eden robotik bilim ve sanatı aynı çatı altında buluşturdu. Robotik sanat, hiperreal heykelin canlandırdığı figürlere hareket, konuşma gibi davranışları taklit ederek yapay zeka destekli sentetik kişilikler yarattı. Hümanoid tiplemelerin yarattığı tekinsizliği robotik bilimci Masahiro Mori modern psikolojinin öncülerinden habersiz “Tekinsiz Vadi” olarak yeniden yorumladı. Robotik sanatın diğer multidisipliner sanat şekli olan animatronik sanat yeni bir sanat yapma şekline öncülük etti. Jordon Wolfson’ın tekinsizliğe vurgu yapan animatronik heykelleri bu tarza öncülük etti.
This article investigates the copy and representation relations of hyperrealistic sculpture vis-à-vis reality and interprets the effects of humanoid robots, havinga new form of hyperrealstic sculpture, on art. In the landscape of contemporary art, hyperrealist sculpture emerges as an indication of the quest to imitate the reality of nature. This detailed art form, with its devotion to representation, sheds light on the tangible reality of fascinating sculptures. Although hyperreal sculpture creates a dilemma between reality and imitation, it brings the familiar and the unfamiliar closer together. Beyond the traditional understanding of figures, hyperrealistic sculpture ushered in a new era in sculpture with vivid replica figures such as high-resolution color photographs. Hyperreal sculpture not only blurred our perception between the real and unreal with its mimetic (imitation, copy or reflection) art style, but also created an uncanny situation. Towards the end of the 1960s, American (US) sculptor Duane Hansen made his first hyperreal sculptures on a one-to-one scale by taking molds directly from his models. Hansen was followed by his compatriot John De Anrea. De Andrea demonstrated both his copying technique and the difference in interpretation with his hyperreal figures in poses imitating old classical art. Following American artists, Australian artists began to pioneer hyperreal sculpture. Ron Mueck used the traditional modeling method instead of the direct molding method. He made us question human reality again with his extremely realistic figures in different proportions. Following Mueck's path, Sam Jinks pioneered a new style with his emotional compositions as well as his first hybrid figures in the style seen in Ancient Egyptian and Greek art. Jinks also participated in human-shaped robotic studies with his own copying techniques. Patricia Piccinini increased the dose of the uncanny with her transfigurations of the familiar and the unfamiliar. Robotics, which pioneered developments parallel to hyperreal sculpture, brought science and art together under the same roof. Robotic art created artificial intelligence-supported synthetic personalities by imitating behaviors such as movement and speech to the figures animated by hyperreal sculpture. The uncannyness created by humanoid characters was reinterpreted as the "Uncanny Valley" by roboticist Masahiro Mori, unaware of the pioneers of modern psychology. Animatronic art, another multidisciplinary art form of robotic art, pioneered a new way of making art. Jordon Wolfson's animatronic sculptures, which emphasize the uncanny, pioneered this style.