Kurumsal yönetimler bugüne dek sık sık küçük toplulukların potansiyelini görmeme eğiliminde olmuşlardır. Kar amaçlı olan veya olmayan, ya da hükümete bağlı örgütlerin büyük bölümünün hiçbir eylem grubunun meşruluğunu kabul etmemesi bu yanılgıyı daha da derinleştirir. Oysa tüm örgütler en azından arada bir iç ve dış kaynaklı bu güç çekişmelerini yaşamaktadır. Eylemcilikle ilgili kaynaklara bakıldığında, adına ister baskı grubu, ister toplumsal çıkar grubu ya da gündem grubu densin, bu gruplarla ilgili bir dizi temel varsayımlarla karşılaşırız. Bu terimlerden her biri beraberinde ince anlam farklılıkları getirse de hepsi aynı şeyi ifade eder: Bir amaç uğruna bir örgüte baskı uygulamak üzere kurulan insan toplulukları. Halkla ilişkiler uygulayıcıları temel çatışmaların çözümünde önemli rol oynayabilir. Halkla ilişkiler yaklaşımlarına bağlı olarak, dış unsurların baskısında olan örgütlerin karşı kaşıya kaldığı sorunları hafifletebilir ya da daha da alevlendirebilirler.
Corporate governments have so far tended not to see the potential of small communities. The fact that the majority of organizations, whether for profit or not, or affiliated with government, do not accept the legitimacy of any action group further deepens this delusion. However, all organizations experience these internal and external power struggles, at least once in a while. When we look at the sources about activism, we come across a series of basic assumptions about these groups, whether they call it a pressure group, a social interest group, or an agenda group. Although each of these terms brings subtle differences in meaning, they all mean the same thing: communities of people set up to exert pressure on an organization for the sake of a goal. Public relations practitioners can play an important role in resolving basic conflicts. Depending on their public relations approach, they can alleviate or further exacerbate the problems faced by external organizations.