Bu makale, Jhumpa Lahiri'nin The Namesake (2003) romanındaki demiryolu motifini, İngiliz sömürgeciliğinin kalıcı etkilerini ve Hindistan'daki sömürgecilik sonrası kimlik oluşumunu incelemek için önemli bir alan olarak irdelemektedir. Mevcut çalışmalar Lahiri'nin göç, asimilasyon ve kültürel melezlik temsillerini kapsamlı bir şekilde tartışsa da, sömürgeci bir miras olarak demiryolunun simgesel önemi yeterince araştırılmamıştır. Ian Kerr'in demiryollarını hem sömürgeci modernitenin hem de postkolonyal eşitsizliğin sembolü olarak ön plana çıkaran tarihsel analizinden önemli ölçüde yararlanan bu çalışma, Lahiri'nin postkolonyal durumun merkezinde yer alan mekânsal ve zamansal yer değiştirmeleri ifade etmek için trenleri nasıl kullandığını eleştirel bir şekilde incelemiştir. İngiliz yönetimi sırasında entegrasyon araçları olarak tanıtılan demiryolları, tersine sosyoekonomik bölünmeleri ve toplumsal kimlikleri pekiştirmiştir. Frantz Fanon'un sömürge dünyasını katı bir şekilde bölümlere ayrılmış olarak vurgulayan kavramsal çerçevesi, özellikle Ashoke Ganguli'nin geçirdiği sarsıcı tren kazası ve ailenin daha sonra Hindistan'a yaptığı yolculuk bölümünde, Lahiri'nin anlatısının analiz edildiği teorik bir mercek sunar. Lahiri'nin tren kompartımanlarını canlı bir şekilde tasvir etmesi, Fanon'un sömürgeci mekânsal ayrımcılık kavramlarını yansıtarak sömürge yönetiminden miras kalan kalıcı sosyal hiyerarşileri sembolize eder. Sonuç olarak bu makale, Lahiri'nin demiryolu imgesini incelikli bir şekilde kullanmasının, sömürgecilik sonrası kimliğin karmaşıklığının altını çizdiğini, aynı anda hem sömürgeciliğin ilerleme yönündeki hedeflerini yansıttığını hem de bu tür izlerin içerdiği şiddet ve parçalanmayı açığa çıkardığını savunmaktadır. Dolayısıyla, demiryolu motifini vurgulayarak bu analiz, Lahiri'nin sömürgeci tarihin edebi tasvirini ve bunların çağdaş Hint toplumu üzerindeki kalıcı etkilerini çevreleyen akademik diyaloğu zenginleştirmektedir.
This article explores the motif of railways in Jhumpa Lahiri's The Namesake (2003) as a crucial site for examining the enduring impacts of British colonialism and postcolonial identity formation in India. Although existing studies extensively discuss Lahiri’s representation of immigration, assimilation, and cultural hybridity, the specific symbolism of the railway as a colonial legacy remains underexplored. By drawing significantly from Ian Kerr's historical analysis, which foregrounds railways as emblematic of both colonial modernity and postcolonial disparity, the present study critically investigates how Lahiri employs trains to articulate spatial and temporal dislocations central to the postcolonial condition. Railways, introduced during British rule as instruments of integration, paradoxically reinforced socioeconomic divisions and communal identities. Frantz Fanon's conceptual framework, highlighting the colonial world as rigidly compartmentalized, provides a theoretical lens through which Lahiri's narrative is analyzed, particularly in episodes such as Ashoke Ganguli's transformative train accident and the family's subsequent journeys across India. Lahiri's vivid depiction of train compartments symbolizes enduring social hierarchies inherited from colonial rule, reflecting Fanon's notions of colonial spatial segregation. Ultimately, this paper argues that Lahiri's nuanced use of railway imagery underscores the complexities of postcolonial identity, simultaneously capturing colonial aspirations of progress and exposing the violence and fragmentation embedded within such legacies. Thus, by highlighting the railway motif, this analysis enriches the scholarly dialogue surrounding Lahiri's literary portrayal of colonial histories and their lasting implications for contemporary Indian society.